İslâm’ı Ahmed-i Yesevî’den, Yunus Emre’den, Hacı Bektaş-ı Velî’den, Abdulkadir-i Geylânî’den, Şâh-ı Nakşibend’den, İbnü’l-Arabî’den, Hz. Mevlânâ’dan öğrenenlerin İslâm’ı en doğru biçimde yaşayabileceklerini belirten Kılıç sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü bu zâtların her biri, aynı zamanda çok iyi birer İslâm âlimi olduklarından en sağlam bilgi ve yaşantıya sahip kimselerdir. Günümüzde maalesef yanlış bir algı var: İslâm âlimleri farklı, tasavvuf ehli farklı bir grupmuş gibi sunuluyor. Ya da basit bir halk ozanı veya şâir olarak tanıtılıyor. Oysa her mutasavvıf, aynı zamanda âlimdir. Âlim ve ârif ayrımı yapmak da doğru değildir. Çünkü ârif demek, aynı zamanda âlim demektir. Meselâ Yunus Emre, çok zengin bir ailenin çocuğuydu ve kırk dönümlük arazisini Tapduk Emre’nin dergâhına bağışlamıştır. Konya medreselerinde en üst düzey ilimleri tahsil etmiş müderris, âlim, fakih, kadı biridir. Aynı zamanda mutasavvıf bir derviştir. Bugün onun Divan’ını düzyazıyla nesir haline getirip yayınlasanız, “İslâm’a Giriş” tarzında güzel bir kitap olur. Hz. Mevlânâ da hem molla, müderris ve hem de sûfîdir. İslâm, mutasavvıflardan öğrenilmezse IŞİD / DAİŞ ve El-Kaide zihniyeti hortlar. Tasavvufa karşı çıkmak, bu zihniyete hizmet etmek demektir. Onun için tasavvuf ehline saldıran, Hz. Mevlânâ’ya, İbnü’l-Arabî’ye, sûfîlere müşrik ve kâfir diyen tiplere çok dikkat etmek lazımdır. İslâm dünyasını mahveden bu zihniyet, geçmişlerinde tasavvufî bir gelenek olmayan topraklarda daha çok yayılmakta ve tutunmaktadır. Bugün diri diri insan kesen, müslüman kardeşini doğrayan, insanları kafese koyup diri diri yakan bu zihniyet karşısında tasavvufun sesinin çok daha gür çıkması zamanıdır.” Antalya’nın Manevî Fatihi Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hz.’dirTarihte tasavvuf ehlinin hayatın her alanında çok önemli görevler üstlendiğini belirten Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, bunun en güzel örneklerinden birinin Antalya’nın mânevî fâtihi Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hz. olduğunu söyledi. İbnü’l-Arabî’nin zaman zaman yazdığı mektuplarla Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykâvus’a tavsiye ve nasihatlarda bulunduğuna dikkat çeken Kılıç bunu şöyle örneklendirdi: “Meselâ “halka zulmetme, âdil davran” diyor. “Hristiyan tebaaya zimmet hukukunu uygula, onlara karşı biraz gevşek davranıyorsun, onları hepten başıboş da bırakma. Konya’da fazla Hristiyan nüfus kalmadığı için ihtiyaç olmadığı halde olur olmaz yerlere kiliseler yaptırıyorlar, buna dikkat et. Onlara gereğinden fazla yüz verme” diyor. Adeta kadifeeldiven içindeki demir yumruk gibi olmasını istiyor. Ama onun bu yöndeki tavsiyesine pek uymamasından dolayı Antalya’nın ilk fethinden sonra Hristiyan ahali ilk fırsatta isyan ediyor ve bu şehri yeniden ele geçiriyorlar. Bunu öğrenen İbnü’l-Arabî Hz., Sultan İzzeddin Keykâvus’a Malatya’dan gönderdiği mektubunda: “Üzülme. Antalya’yı tekrar fethedeceksin” diye onu müjdeliyor. Bendenizin 2001 yılında Konya’da Selçuklu Kongresi’nde sunduğum bu mektup yayınlandı. Aslında Antalya’yı gelip görmüş değil İbnü’l-Arabî Hz. ama haberdar, biliyor. “Bizans kalelerinin duvarları ve burçları yüksek olur, onun için mancınık kullan” diyor ve kalenin fethiyle ilgili başka taktikler de veriyor. Onun tavsiyelerine uyan İzzeddin Keykâvus, Antalya’yı ikinci kez fethediyor. Sonra da Antalya Kalesi’nin surları boyunca 43 ayrı noktadaki sütunlara meşhur Antalya Fetihnâmesi’ni yazdırıyor. Yani görüldüğü üzere Selçuklu Sultanı bir şeyhin mürîdi, bir ârifin yolunun takipçisi aynı zamanda. Onun büyüklüğü ve başarısı da buradan geliyor.” Osmanlı Medreseleri, Padişahlar ve TasavvufOsmanlılar döneminde Antalya Mevlevîhânesi gibi tekke ve dergâhlarda bütün yönleriyle İslâmî bir eğitim verildiğini, buna karşılık medreselerde de hikmet, metafizik ve tasavvuf ilimlerinin öğretildiğini vurgulayan Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, gelenekteki İslâm anlayışımızda mânâ ilimleri ile zâhirî ilimlerin iç içe yürütüldüğünü, fakat modern zamanlarda bu durumun ters yüz olduğunu ifade etti. Osmanlı Devleti’nin ilk yüksek tahsil kurumu olan İznik Medresesi’nin başmüderrisi Davud-i Kayserî’nin Fusus şârihi olmasının yanında diğer ilimleri de okutan bir hoca olduğunu dile getiren Kılıç sözlerini şöyle tamamladı: “Ondan sonra gelen ilk Osmanlı Şeyhülislâmı, yani o devrin hukuk kurumunun başı olan Molla Fenârî, aynı zamanda Mesnevî’nin ilk 18 beytine şerh yazmıştır. Ayrıca Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin yetiştirdiği en önemli zât olan Sadreddîn-i Konevî’nin yüksek metafizik içeren Miftâhu’l-Gayb adlı eserini şerh eden Misbâhu’l-Üns adında bir kitabı da vardır. Bugün onun yazdığı bu kitabı açıklamak bir tarafa, anlayabilecek bir müftümüz, bir Diyanet İşleri Başkanımız, bir allâmemiz, hatta bir tasavvuf akademisyenimiz bile yoktur. Gelenekten bu kadar uzaklaşmışız işte. Oysa zâhirî ilimlerin yanı sıra hikmetin ve metafiziğin de öğretildiği Osmanlı medreselerinde Mesnevî şerhi de bir ders olarak okutulmaktaydı. Medreselerimizdeki zâhir ile bâtını bir arada sunan ders müfredatından vazgeçildikten sonra, özellikle de Çivizâde ailesinin İbnü’l-Arabî ve Hz. Mevlânâ gibi sûfîlerin küfre düştüklerini iddia etmeleriyle birlikte bu huzur ortamı bozulmuştur. Ama unutmayalım ki Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’daki Kalenderhâne Camii’nde Mesnevî okunması ve semâ âyin-i şerîfi icra edilmesini emreden bir padişahtır. Fatih’in kendi şahsî kütüphanesindeki kitaplara bir bakarsak, İbnü’l-Arabî, Sadreddin-i Konevî, Molla Câmi ve Mevlânâ’nın eserlerini tamamen okuduğunu anlıyoruz. İbnü’l-Arabî ve Hz. Mevlânâ gibi sûfîlere karşı haddini aşan Şeyhülislâm Çivizâde’yi görevden alan Kanunî Sultan Süleyman da 46 senelik iktidarında Hz. Mevlânâ’ya her zaman bağlılığını bildirmiş biridir.”
Gündem
15 Ocak 2019 - 10:36
"İslâm, Mutasavvıflardan Öğrenilmezse Işid Zihniyeti Hortlar"
Türkiye Cumhuriyeti Endonezya Büyükelçisi Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, Antalya Mevlevîhânesi İrfan Meclisi’nde gerçekleştirdiği “İslâm’ı Hz. Mevlânâ’dan Öğrenmek” konulu söyleşisinde, İslâm’ın en doğru şekliyle mutasavvıflardan öğrenilip yaşanabileceğini söyledi.
Gündem
15 Ocak 2019 - 10:36