Zamanında dünyada üç örneği olan zamanla sadece Türkiye’de varlığını sürdüren bir kilise o. Son zamanların en çok konuşulan konusu namı diğer Demir Kilise diye bilinen Sveti Stefan yani Aziz Stefan kilisesinin dününü bugününü oluşum sürecini, kısacası hikâyesini sizler için araştırdık. Haliç’in en eski yerleşim yerlerinden biri olan Fener ve Balat’ın arasında sıkışmış devasa yapı o. Mihrabından çanına kadar her şeyi demirden yapılmış. Geçmişten günümüze birçok devlet adamının hoşgörü eseri olarak kabul ettiği Demir Kilise 1800’lü yıllardan bugüne zamana meydan okurcasına gelmiş. 500 ton ağırlığında olan Demir Kilise 7 Ocak 2018’den bu yana da ziyaretçi akınına uğruyor. Peki, Sveti Stefan kilisesi zamanla nasıl Demir Kilise ismini aldı? Böyle bir kiliseye neden ihtiyaç duyuldu? Dönemin padişahları kilisenin yapımına neden izin verdi? İşte tüm detaylar araştırmamızda ve Akdeniz Üniversitesi Yard. Doç. Dr. Muhammet Yeşilyurt’un yorumunda saklı. Araştırmama ilk olarak bir rivayetle başlamak istiyorum. O rivayete göre, İstanbul’da yaşayan Bulgarlar 19. yüzyılda Rum Patrikhanesinden ayrılarak kendileri için bağımsız bir kilise yaptırmak isterler. Zamanın Osmanlı padişahına isteklerini arz ederler. Fakat Sultan Abdülaziz, Bulgarların Fener Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise yapmalarını istemez. Padişah’ın amacı bir taraftan Bulgarları karşına almamak, bir taraftan da Rum Patrikhanesiyle ters düşmemektir. Bulgarların isteklerini doğrudan reddetmemek yerine onlara yapamayacaklarına inandığı bir koşulla izin verir. Padişah, “Kilise inşaatını üç ay içinde bitirirseniz buna izin veririm. Zamanında bitmez ise inşaatı durdururum” der… 1800’lü yılların koşullarında böyle bir inşaatın üç ayda bitirilmesi oldukça zordur. Bunun üzerine Sultan Abdülaziz’in vazgeçme ihtimaline karşı Bulgarlar kiliseyi, Viyana’da demirden döktürüp, sonra da Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden taşıyarak Haliç’in kıyısına üç ay içinde kurar. Kilisenin söz verildiği sürede bittiğini gören Sultan Abdülaziz de verdiği sözü tutmak zorunda kalır. Tabi bu işin rivayet kısmıdır. Gerçek kısmı ise şöyle:Bir Namı diğer Demir Kilisenin inşa edildiği dönemde dünyada sadece üç örneği olduğunu vurgulayan Akdeniz Üniversitesi Yard. Doç. Dr. Muhammet Yeşilyurt, kilisenin bir gecede kurulduğuna yönelik iddiaların gerçeği yansıtmadığını vurgulayarak “ Bu iddialar şehir efsanesidir. Demir Kilisenin dünya üzerinde ki örneği olan ülkeler ise Arjantin, Avusturya ve Türkiye. Fakat günümüze sadece Türkiye’de ki kilise gelebilmiştir. Arjantin ve Avusturya’da ki demir kilise örnekleri yıkılmıştır” dedi ve demir kilisenin geçmişi konusunda şunları söyledi:Demir kiliseyi inşa eden Hıristiyanlar kurup Bulgar cemaatidir. Osmanlı Döneminde 19. Yüzyılın ikinci yarısına yakın zamanlarda Bulgar cemaati Fener Rum patrikhanesine bağlı olarak ibadetlerini sürdüren bir cemaatten bahsediyoruz. Bunlar ibadetlerini Rumca yapmak istemedikleri için böyle bir kilise doğmuştur. Kendi ana dillerinde ibadet etmeyi tercih etmişlerdir. Buna yönelik taleplerini ise Fener- Rum patrikhanesine iletmişler fakat olumsuz yanıt almışlardır. Daha sonra o dönemde Bulgar cemaatinin ileri gelenlerinden biri olan Stefan Vogoridis kendisi o dönemin yönetimi olan Bab-ı Aliye başvurup bir kilise inşa etme izni başvurusunda bulunmuştur. Ve bu başvuruya da Osmanlı yönetiminden olumlu yanıt gelmiştir. Neden olumlu yanıt vermiştir? Aslında bu önemli bir husus. Bu olumlu yanıtın siyasi arka planı var. Çünkü Fener- Rum patrikhanesi o dönemde ciddi bir baskı uygulama politikası izlemekteydi. Fener-Rum patrikhanesinin baskısını önlemek için patrikhane içerisinde çıkan bu ikili durumu ayrışma durumunu bir anlamda Osmanlı desteklemek istemiştir. Bunun yolu da bu başvuruya olumlu yanıt vermektir.Stefan Vogoridis yığma taştan yapılmış kagir yapı ahşap yapılı üç binayı ve kendisine ait 25 odalı evini bu kilisenin yapımı için bağışlamıştır. 1849 yılından bahsediyoruz. Ve oraya ilk olarak Bulgar eksarhlığı yani Bulgar önderliği demektir. Bu bina yapıldıktan sonra karşısına da bir ahşap kilise yapılmıştır. İlk ibadetlerini burada yapmışlardır. Adı da bu yapıyı hibe eden Stevan Vogoridis’e ithafen Sveti Stefan yani Aziz Stefan kilisesi adını vermişlerdir. Bu ahşap kilise bu şekilde faaliyetlerini sürdürmeye başlayınca yani demir kilise olmadan evvel Fener- Rum patrikhanesinin elbette tepkisini çekmiş ve 1870’li yıllarda ayrı bir grup olarak kendisini ön plana çıkaran Bulgar cemaatini aforoz etmiştir. Aforoz edildikten sonra Bulgar kilisesinin de işi biraz daha kolaylaşmıştır. Kendilerine mahsus daha geniş yapılı pek çok Bulgar’ın içinde rahatça ibadet edebileceği bir kilise inşa etmek için yine Osmanlı yönetimine başvurmuşlardır. Bunun için de proje yarışması düzenlemiştir Bulgar Eksarhlığı. Bu yarışmayı Ermeni mimar Hovsep Aznavur kazanmıştır. İhaleyi alan da Rudolf Waagner şirketi olmuştur. İlk olarak Waagner şirketinin kendi arazisinde bu demir kilisenin parçaları oluşturulmuş ve prefabrik yapı olarak deneme amaçlı olarak inşası yapılmıştır. Daha sonra Tuna nehri ve Karadeniz yoluyla bu demir kiliseyi oluşturan yüzlerce taneden oluşan 500 ton ağrılığında ki demir parçaların tamamı küçük gemilerle İstanbul’a taşınmıştır.Zemini Brezilya’da yetişen ağaçlardanDemir Kilisenin zemini de oldukça dikkat çekici. Balatta inşa edilen kilisenin zemini ise Brezilya’da yetişip suda yaşayan ağaçlardan istifade edilerek oluştuğunu belirten Yeşilyurt, konuşmasına şöyle devam ediyor:Neticede İstanbul’da Haliç’e kıyısı olan Balat’ta bu kilise inşa edilmiştir. Demir kilise inşa edilirken sadece Brezilya’da yetişen ve suda yaşayan ağaçtan istifade edilerek ağaçlardan oluşturulmuş 325 adet kazık ıslak zemine çakılmıştır. 325 kazığın üzerine demir vidalarla tutturulmak suretiyle demir kilise inşa edilmeye başlanmış ve bir buçuk yılın sonunda bu demir kilise ibadete hazır hale getirilmiş ve 1898 yılında ibadete açılmıştır. Bu tarihin aynı zamanda II. Abdülhamit’in padişah olduğu döneme denk gelmesinin de altını çizelim. Aslında burada birileri tarafından çok ciddi şekilde eleştirilen II. Abdülhamit’in diğer dinlere ve azınlıklara karşı bir anlamda o engin müsamahasını görüyoruz. Zaten Osmanlı devletinin ve öncesinde Selçuklu devletinin bu topraklarda hâkimiyet sürerken izlemiş oldukları politikanın kısa özet ifadesidir müsamaha yani hoşgörü. Demir kilisenin sadece mihrap kısmı Hıristiyanların altar dediği sadece o kısım ahşaptan. Geriye kalan çatısından çan kulesine varıncaya kadar her yeri demirden. Dış süslemeleri çok gösterişli bir şekilde inşa ediliyor.Zamanla zeminde çamurlaşma94’lü yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı yaptığı dönemde Haliç’te yapılan iyileştirme çalışmaları sebebiyle zamanla zemininde kayma ve çamurlaşma olmasını ise Doç. Dr. Yeşilyurt şöyle değerlendiriyor:Ancak suda varlığını sürdüren bu kilise 1994’lü yıllarda Sayın Cumhurbaşkanımızın Belediye Başkanlığı yaptığı dönemlerde Haliç’te bir iyileştirme çalışması yapıldı. Ve yeni yollar yapıldı. Gerçekleştirilen proje kapsamında önünden geçen yollardan dolayı denizle olan bağlantısı kesildi. Bundan dolayı zeminde çamurlaşma ve denize doğru kayma meydana gelmiştir. Ve tabi demirden inşa edilen bir yapıdan bahsediyoruz. Yapıda paslanma durumu da meydana geldiği için neredeyse yıkılma tehlikesi de yaşamıştır. 2006 yılında Bulgar Eksarlığı Vakfı tarafından sayın Cumhurbaşkanımıza başvuruyorlar ve bu yapının restorasyonu için. Sayın Cumhurbaşkanımızdan da olumlu yanıt geliyor. Bu vazifeyi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi üstleniyor. Yaklaşık 7 yıl süren restorasyon çalışmasından sonra 7 Ocak 2018 tarihinde bu restorasyonu bitirip sayın Cumhurbaşkanımıza nice Bulgaristan devlet yetkililerinin de katıldığı bir törenle tekrar ibadete açılıyor.İnanç turizmiDünya’da ki tek örnek olması sebebiyle bir anlamda bir artı değere de çevrilebileceğine de dikkat çeken Yeşilyurt, “Bir inanç turizmi vasıtası olarak da değerlendirilebilir. Harcanan 16 milyon Türk Lirasından bahsediliyor. Devletler arası ilişkiler her zaman mütekabiliyet esasına dayandığı için Bulgaristan’dan böyle bir talep gelince devletimizde Bulgaristan’ın Filibe sınırları içerisinde bulunan Cuma camisinin restorasyonu talebinde bulunuyorlar. O bölgede de yaşayan bizim soydaşlarımız ve Müslüman bir tebaamız var. Böyle bir karşılıklı hoşgörü durumunu iki devlet son 7-8 yıldır yaşamaya devam ediyor” diye konuştuBüyük devlet olmanın gereği…Eleştirilerin yersiz olduğuna da dikkat çeken Yeşilyurt büyük devlet olmanın gereği diyor ve öyle devam ediyor: İslamiyet’in ilk dönemlerinden itibaren Medine’ye hicretten sonra Müslümanlar ve Hz. Peygamber orada yaşayan Hıristiyan Yahudilerle karşılaşmış ve birlikte yaşamayı becerebilmişlerdir. Dinimizin emri de zaten budur. Güçlü ve kendine özgüveni olan devletler ve topluluklar biz sadece Müslümanlara ya da kendi tebaamız olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hizmet etmekle mükellef değiliz. Aynı zamanda bu topraklar içerisinde yaşayan T.C. vatandaşı olsun veya olmasın gayri Müslim insanlara da hizmet etme gibi bir zorunluluğumuz var. Büyük devlet olmanın gereğidir bu. Osmanlı devleti üç kıtada mücadele ederken sadece kılıçla değil gönülleri de fethetti. Gönüllerin fethi de hoşgörü örneklerinin onlarcasını sergileyerek mümkün oldu.
Gündem
27 Şubat 2018 - 07:27
Dünyada tek olan Demir Kilise bir gecede mi kuruldu?
Esra Köksal ile Tarih ve İnsan’da bu hafta dünyada tek örneği ülkemizde olan Demir Kilise’yi araştırdık. Sizleri bu araştırmamızla adeta bir mucizenin eseri olan Sveti Stefan yani Demir Kilise’nin tarihi geçmişine tanıklık etmeye götürüyoruz.
Gündem
27 Şubat 2018 - 07:27