Araştırmalar söylüyor ki dört milyar insanın sosyal medya hesabı bulunuyor. Her birimiz günde bir kez olsun sosyal medya hesaplarımızı ziyaret ediyoruz. Artık herkesin elinde bir akıllı telefon var. Ve kafalar telefona gömülü bir şekilde yaşıyoruz. Tüketiyoruz her şeyi… Sohbet etmeyi tüketiyoruz, zamanı tüketiyoruz, samimiyeti tüketiyoruz… Toplu taşıma araçlarında, kafelerde, restoranlarda kimse kimseyle konuşmuyor. Dört kişilik bir aile karşılıklı yemek yiyor, anne babanın elinde telefon, çocuklar ise kendi halinde… Bu konuya verebilecek örnekler anlat anlat bitmez elbette…
Gelelim konumuza. Bir arkadaşımın sosyal medyada ne kadar zaman harcıyorsun demesiyle başladı bunu daha çok irdelemeye başlamam. Günde iki saat boyunca bir ekrana baktığımı fark edince başladım bende acil eylem planımı başlatmaya. Sadece paylaşımlarımı yapıp, zamanımın çoğunu orada geçirmemeye özen gösteriyorum. Daha doğrusu insanları motive edici paylaşımlar yapmaya çalışıyorum. İnsanlığa faydası olsun diye yani. Aynı ekrana bakıp; kim ne giymiş, kim neyi neden paylaşmış merak etmiyorum. Eskiden televizyona öcü gözüyle bakılırdı. ‘Ben televizyon izlemiyorum’ diyenler bugün sosyal medya bağımlılığının daha tehlikeli olabileceğini fark edemeyecek derecedeler. Ben ise sosyal medya detoksu yapıyorum artık. Böylelikle; kitap okumaya, yazılarımı yazmaya, film izlemeye daha çok vakit bulabiliyorum… Zamanım yok bahanesinin arkasına saklananlardan değilim.
Televizyon demişken TV’den rast gele bir film açtım. Filmin ismi Babam’dı. Bende son zamanlarda babamla daha çok vakit geçirmeye başladığımdan olsa gerek filmi izlemek istedim. Başrolde duayen oyuncu Çetin Tekindor vardı. Çetin Tekindor’un oyunculuğunu hep çok sevmişimdir. Tekindor beni hep duygulandırır. Yine öyleydi. Babacan tavrı, haksızlığın karşısında duruşu, dededen kalma imalathaneyi ayakta tutmaya çalışması, kabullenmediği engelli oğluyla her şeyini kaybettiği anda yüzleşmesi…
Babam filmi 2017 yılında benim memleketim olan Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde çekildi… Filmi izlerken çocukluğumda defalarca yürüdüğüm Gelibolu Kalesi, Fener Meydanı, Piri Reis Müzesi, İç Limanı hepsi hafızamda dün gibi canlandı… Sardalya kokusunu ise iliklerime kadar çektim içime.… Sardalya Kokusu demişken; her sene Gelibolu Belediyesi tarafından düzenlenen ancak iki yıldır bir takım sebeplerden dolayı yapılmayan Sardalya Festivali’ne de değinmeden edemeyeceğim. Bu tür festivallerin kültürel değerleri yaşatmak için ne kadar önemli olduğunu düşünecek olursak, değerlerimizin yaşatılamıyor olması ne kadar üzücü…
Filmin konusuna gelecek olursak; Yusuf Tunalı karakterini canlandıran Çetin Tekindor’un filmde “Tunalı Sardalya” adında bir balık konserve imalathanesi bulunuyor. Tunalı iflasın eşiğindedir. Karısının vefatının ardından bir türlü benimseyemediği ve ilgilenmediği zihinsel engeli bulunan oğlu Arif ile zaman geçirmesi gerekiyordur. İmalathanede işler kötü gittikçe her şey iyice sarpa sarmaya başlar. Feride karakteri ise henüz öğretmen olarak iş bulamadığından dolayı Yusuf’un imalathanesinde işe girer. Feride zamanla birlikte Tunalı ile Tunalı’nın oğlu Arif’in arasındaki buzları eritmeyi başaracaktır. Engellilere yapılan ötekileştirmeyi özellikle çok yakın bir zamanda Aksaray’da okula alınmayan ve yuhalanan otizmli çocukları hatırladığımızda filmin bu yönde de farkındalık oluşturması sevindirici. Diğer bir yandan Tunalı’nın imalathanesinden sorumlu olan Deniz karakterini ise Erkan Kolçak Köstendil canlandırıyor. Filmde çok önemli bir rolü olmasa da Köstendil’in oyunculuğunu çok beğeniyorum. Onu ilk kez Özgü Namal’ın başrolde olduğu Merhamet dizisinde izlemiştim. Ve o zaman bu oyuncuyu ileride çok göreceğiz demiştim. Geçen zaman içinde Köstendil’de adından sıkça söz ettirmeye başladı. Özellikle Çukur dizisindeki rolüyle kendini daha da sevdirdi.
Öte yandan filmde Nilüfer karakteri ile Ebru Şahin karşımıza çıkıyor. Nilüfer doğu kökenli bir ailenin kızını canlandırıyor. Abisi korkulu rüyası. Nilüfer abisinin baskısıyla işe gidip geliyor. Abisi ona göz açtırmıyor. Birde Nilüfer’in dışarıdan okuyacağını öğrenince olanlar oluyor. Ataerkilliğin kadınlar üzerinde ki baskısı günümüzde de hala varlığını sürdürüyor. Bu filmde okuyamayan kız çocuklarını bir kez daha hatırlıyoruz. Ve onların okuması için hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız. Okuyamayan kız çocuklarından şanslı olanlar gizli gizli okulu bitiriyor veya yurt dışına kaçıyor, şanssız olanlar ise ya hiç tanımadığı insanlarla evlendiriliyor ya da geleceği kararıyor… Yaşadığımız bu çağda olmaması gereken bu tür olayları yaşamak ve bilmek çok üzüntü veriyor. Toplumumuzun sosyal anlamda aydınlatılmaya ihtiyacı olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Öte yandan Türk Sineması üretmiyor demeyelim, aksine günden güne yüzümüzü güldürmeye devam ediyor. Sağlıcakla kalın…